<< Yalnızlığın dinini yayıyordum. (Başarılı olduğum söylenemezdi)>>
Bu kitabı ilk elime aldığım anda biliyordum ne kadar derinlerden bir yerlerden bağlanacağımı ona. Bitirmemek için yeni uğraşlar icat edeceğimi mesela. Bazı yerleri beynime kazımak ister gibi tekrar tekrar okurken bazı yerleri ise içimdeki yara daha fazla acımasın diye hızlıca okuyacağımı biliyordum yani.
Oğuz Atay...Onunla başlayalım önce. Hayır size onun hayatını anlatmayacağım bu çok..klişe olurdu. Ben size onun denizini anlatacağım ve nasıl yüzeceğinizi... Çok farklı bir yazar. Öyle alıştığınız sıralı kitaplardan değil mesela yazıları. Gelişme neresi.. Sonuç neresi? Neredeydik? Nereye gittik ? Nereden geldik? Bilemezsiniz. Bazen bilirsiniz de anlatamazsınız. Eğer alışık değilseniz eğer -ki bazen alışık olsanız dahi- kaybolabilirsiniz satırların aralarında. Boş vakit öldürmek için okuyamazsınız Oğuz Atay'ı mesela. Onu okuyacaksanız boş vakit yaratmanız gerekir. Ne yazıktır ki hiç bir kitabının ikinci baskısını sağlığında görememiştir.
Konuyu toparlayıp yine Tehlikeli Oyunlara gelirsem... Tutunamayanlar'dan sonra biraz gölgede kalmış bir kitaptır. Lakin bakmayın böyle dediğime Hikmet'te bir tutunamayandır. O kadar tutunamaz ki.... İşi alaya alır. Her şeyin içinde bir alay vardır onun için ve her alayın içinde bir ciddiyet. O kadar hızlı değişir ki ruh hali yakalayamazsınız .Beyninin odalarından bilinçaltının saklı tavan arasına çıktığınızda tozlu raflardakiler sizi korkutabilir bile.. Elbette bu gerçek bir korku değildir. Ona üzülürsünüz ve birazda kendinizi bulabilirsiniz. Kitap boyunca onun tutunamayan olmaktan kurtulacağını ümit ettim. Özellikle hayatına Bilge girdikten sonra.. İnanmayacaksınız ama Bilge olmak istedim. Hikmet'in beynini görünce Bilge'si olmak istedim. Evet bu biraz kadınsal bir duygu... Onu kurtarmak için gibi...Ama aslında Bilge onu anlar gibi yaparken anlamadığını keşfettiğinde istedim bunu.Ama Hikmet sonradan bir tutunamayan olmamıştı! Hayır! O bir asildi! O doğuştan asil bir tutunamayandı! Ve hayat ona tutunması konusunda nazik de davranmamıştı.
<<Düşünürken ucuz gelmiyor ; kelimelerle düşünülmüyor çünkü resimlerle düşünülüyor. Sonra , resimlerin de ucuz kaynaklardan alındığı anlaşılıyor: Amerikan kaynakları daha iyisini vermiyor. Beyaz renkte işi bozuyor....>>
<<Bir türlü sonuna gidemiyorduk rüyalarımızın. Korkuyorduk. Korkuyordum. Hayallerinde bile korkar mı insan? Hayallerinde bile kadınlar ,insanı azarlar mı? Hayallerine bile hükmedemez mi insan?...>>
Hikmet hiç bir yerde tutunamıyordu! Düşünürken de ... Uyurken de... Rüya görürken de... Ve hatta aşık olurken dahi... Onu sona hazırlayan her şey yavaş yavaş ilmeklerle atılırken sonradan Albayımızın -evet onun tek tutunduğu insan olan kişinin- da olmadığını görüyorduk. O nedenle Albay hep Hikmet'leydi. Albay Hikmet'in hayata uzattığı bir eldi.
<<Ne var ki , dünyada 'sizi anlıyorum' gözlerinin sahteleri üretilmişti; gerçeği sahtesinden ayırmak çok zordu. >>
Aynı Bilge'de olduğu gibi... Oysa ne kadar da yaşar gibiydi Hikmet onunlayken..
<<İnsanları yalnız iyi oldukları için sevmezler>>
Hikmet'i de sevmediler. Bilge seviyordu aslında.. Sadece nasıl derler...Frekansları uyuşamadı sanırım. Hikmet zihnindeki kapıları kapatamadığından kalbine hava girdi belkide... Tek vücut olmaları gerekiyordu ya... Bilge'nin kalbi üşüdü demek. Bunu hisseden Hikmet , Albayımızdan da aldığı son darbelerle... Tutunamadı. Ve o zaman Bilgeye bir mektup yazdı. Şüphesiz ki kitabın benim için en etkileyici yeri Bilge'ye olan bu mektuptu.
Sevgili Bilge,
Bana bir mektup yazmış olsaydın,bende sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, bir çok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak ,birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi kaçmasaydım senden de. İnsanlar ,eski karıma yapmış olduğum gibi büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karmaşık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne oldurdu , bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge ,aklını başına topla,Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi.Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi de geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığına bilseydim. Kendime söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslında bakarsan bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile , ne sen ne aşk ne de hiç bir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar.Şimdi her satırı , bu satırı neden yazdım? diyerek öncekine ekliyorum...>>
Ve bıraktı... Kitabın etkisinden bir hafta çıkamadım. Hatta halen bazen o etkiye düşüyorum.
Tavsiye Puanım: 10/10
Not:Bu benim blogumdaki ilk inceleme yazımdı. Umarım bir hatam yoktur.Varsa affedin.