18 Kasım 2017

Gaston Leroux - Operadaki Hayalet


                                << Her şeye alışmalı insan ebediyete bile...>>

                  Güzel ve Çirkin...
                  Lakin bu kez Çirkin'i prense dönüştürecek bir büyü yok. Bu daha gerçekçi. Daha hayattan daha olağan. Tabii ki bir roman ve tesadüflerden oluşuyor ama fikirler gerçekçi anlatabiliyor muyum? Dışalanmışlık gerçekçi...Yalnızlığı olağan... 
                 
                 İlk yüz sayfa muzurluklarına sahip olduğumuz ,içten içe kızdığımız Opera Hayaleti'ni tanıyınca aslında... Belkide okuduğunuz tüm romanlardaki karakterlerden daha çok ısındığınız kişi oluyor birden bire.Hislerini fark ediyorsunuz... Öncesinde bir peri masalını andıran hikayemizin prensinin aslında hep o olduğunu fark ediyorsunuz. Yalnız prens! Konuyu anlatmak istemiyorum hayır. Bu büyüyü bozamam... Bu benim en çok bağlandığım ve sonunda ağladığım ender kitaplardan biri oldu.

                  Ah Erik..Benim bahtsız arkadaşım.. Sadece çirkinliğinden zekası küçümsenmiş sevgilim... Herkesin okuması gerek diye düşünüyorum.

Tavsiye Puanım: 9.8 /10
                

24 Ocak 2016

Falih Rıfkı Atay - Çankaya




Kitabın Adı: Çankaya

Yazarın adı: Falih Rıfkı Atay

Yayınevi: Pozi+if

Orijinal Dili: Türkçe

Sayfa sayısı: 653

Basım Tarihi: Şubat 2009 ( 2 Mart 1968)

Aldığım Tarih: 2010

Fiyat: -

Puanım : 9.8 / 10


                             ''Çocuklar'' dedi, nerede ise şafak sökecek. Yıllarca bu vatanın ufuklarında parlak bir güneşin doğmasını bekledim. Bakalım bu sabaha...
                                        Güneş doğdu.Fakat geceden kalma bulutlar pırıltısını gölgeliyordu. Mustafa Kemal:
                                   ''Hayır, hayır! Beklediğim bu kadar bulutlarla örtülü güneş değildir. Ben bulutsuz,  gölgesiz bir güneşin doğmasını bekliyorum ve bekleyeceğim.

Doğrusunu isterseniz ne yazacağımı ve nasıl yazacağımı bilmiyorum. Başlamak için kurduğum her cümle yenisiyle diğerini indiriyor ve bir kaç saniye içinde güzelliğini , bayağılığa itiyor...Bu nedenle bir anekdotla başlamak istedim. Bu yaşıma kadar bir çok Atatürk'ün hayatını anlatan eser okudum. Fakat bu en iyisiydi...Daha doğrusu en samimisi... Falih Rıfkı Bey tamda Atatürk'ten izin aldığı gibi yazmış... Doğal ve sakınmadan... Okurken çevresel ortam kısımlarından biraz sıkıldığımı itiraf etmek zorundayım... Ama bu çevresel ortamlar sayesine Mustafa Kemal Paşa'nın düşüncelerinin yeşerdiğini hatırladığım her saniyede bırakmamak için ayrı bir kuvvet gösterdim. İyisiyle doğrusuyla ve yanlışıyla anlatmış Falih Rıfkı , Atatürk'ü... Hani putlaştıranlara da yerenlere de bir kaç cümle ile karşılık vermiş : ''Atatürk de, kızıp darılır, barışıp gene bozuşur, bazan huysuzluğu, bazan keyfi tutar, bir müddet herhangi bir dedikodunun etkisi altında haksızlığa kadar gider, sonra pişmanlık duyar, üstelik alayı, şakayı sever, fâniliği size bana benzer tabiî bir insandı..''

Yani Atatürk'te bizler gibi bir insandı. Kimse Atatürk'ten peygamberlik (haşa) örneği beklemiyor... Fakat muazzam bir liderlik , muhteşem bir karakter ve zeka örneği gördüğünü de inkar etmemelidir. Kolay kolay kitaplarıma zarar vermem, altlarını çizmem ama bu kitabı okurken elimden kalemim , ağzımdan şu cümle düşmedi; ''Tarih tekerrürden ibarettir.'' 

Bir defa daha Atatürk'e hayran kaldığımı belirtmek istiyorum. Gerek yaptığı işler, gerek fikirleri , gerek cesareti açısından. Sizlerle o çizdiğim kısımları paylaşmak isterdim fakat telif hakları açısından ne kadar doğru olur bilemediğimden paylaşmamayı uygun buluyorum. Benim aldığım basımının üzerinde şu yazıyor ''Her Türk vatandaşının okuması gereken kitap'' haklılar... Atatürk'ün samimiyetini , uğraştığı zorlukları, dine neden çok fazla karışmamasını çok net anlayacaksınız. Aynı zamanda son sayfalarda Atatürk ve Hitler gibi diktatörlerle ilgili ayrımlara da yer verilmiş.

Gelelim bu kadar beğenmeme rağmen neden 9.8 verdiğime... Çünkü en başlarda Osmanlı anlatılırken Türkiye kelimesi çok fazla geçmiş... Vardır ya yeni nesil tatlı su balıkları.. Hah işte onlar atlayabilirler.. Keşke Osmanlı devri anlatılırken ''Türkiye -Rus Harbi'' değilde ''Osmanlı- Rus Harbi'' denseymiş.


28 Aralık 2015

Sun Tzu - Savaş Sanatı



             <<...karşısındakini ve kendini bilen hiçbir savaşta tehlikeye düşmez ; karşısındakini bilmeyen, sadece kendini bilen bir kazanır , bir kaybeder ; karşısındakini de, kendini de bilmeyen her savaşta mutlaka tehlikeye düşer.>> sf/9

                    Kişisel gelişim kitaplarını...nasıl desem biraz gereksiz bulan biriyimdir.Gelişimin veyahut aydınlanmanın tek kitapla olacağına inanmak yerine bir inkılap gibi ağır ağır ve köklü olacağını düşünür ve savunurum. Elbette zamanla okuyarak insan kendini geliştirebilir... Ama bu dediğim gibi şimşek çakmasıyla olacak bir şey değildir. Sanırım bu yüzdendir ki strateji ve kişisel gelişimin temellerinden kabul edilen Savaş Sanatı'nı okumakta biraz tereddüt ettim. Ama üniversitedeki bölümümle ilgili aldığım her tavsiyenin üst sıralarında Savaş Sanatı'nı görünce tabularımı kırarak okuma kararı aldım.
                             
                            Girişte anlatılan kral ve komutan hikayesi ilgimi çekmeyi bir anda başardı. Ve kişisel gelişimden çok askeri bir çevrede anlatılmış bir kitap olduğunu düşünüyorum ben. Liderlik vasfını nasıl kullanacağını ve ne kadar önemli bir etken olduğunu anlatıyor kitap. Sun Tzu - ben her ne kadar hayatını araştırdıktan sonra yaşadığından tam emin olamasam da- kendi askeri tecrübelerinden yararlanmış kitabı yazarken. Dili basit olmakla beraber bir çırpıda okuyabileceğiniz bir eser.
                            
                             Kendi yorumuma gelince insan ilişkilerinin de  her zaman bir stratejiye dayandığını düşünürsek perspektifinizi geliştirebilecek bir kitap. Ve eğer liderlik vasfına oynuyorsanız okumanızı tavsiye ederim çünkü komutan -lider- in önemini biraz daha kavramış olursunuz. Ben yine okurken klasiklerde yaptığım gibi Hasan Âli Yücel serisinden şaşmadım. Ve çevirisi -ne kadar doğru bilemem çünkü çin&japon dilleriyle ilgili bir bilgim yok- beni rahatsız etmeyecek kadar sürükleyiciydi. Zaten öğüt verdiğinden çok fazlada betimleme yahut hikaye tarzı değildi. 

Tavsiye Puanım : 7.2 /10


20 Aralık 2015

Oscar Wilde - Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini



                   Oscar Wilde! En az bir kez duymuşsunuzdur şiirlerinden birini..Bir çok dizide , filmde ,bir kitabın satır arasında belkide. Şüphesiz ki onca şiirinden en bilineni ''Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini'' şiiridir. Dedalus'un karşılaştırmalı metin basımında ilk olarak bu şiirinin hikayesi karşılıyor bizi.

                     Charles bu hikayenin gerçek kahramanıdır.Ellen ile evlenir ve ilerleyen zamanlarda araları bozulmaya başlar. Ellen ayrılmak ister lakin Charles kabul etmez. Çünkü karısına halen deliler gibi aşıktır. <<Kimi az sever,kimi fazla sever..>> Tam bu esnada Ellen'in biriyle ilişkisi olduğu duyulur. << Kimi hazin bir bakışıyla yapar bunu / Kimi dalkavukça sözlerle...>> Charles onunla son bir kez buluşmak ister ama Ellen kabul etmez. Charles , Ellen'in yaşadığı yere gider ve onunla konuşmaya çalışır. Fakat konuşma gittikçe alevlenir ve bir tartışmaya dönüşür. Charles yanındaki ustura ile onun boğazını keser. <<Korkaklar buse ile öldürür / Yürekliler kılıç darbeleriyle>>  Pişmanlık dalgası çabuk gelir Charles'a.. << Kimi göz yaşı döker öldürürken....>> Kısa sürede polise teslim olur. Ve hakkında idam kararı verilir. O zamana kadar cezai süresini geçirmesi için Reading Hapishanesine yollanır. Oscar Wilde o esnada uzun zamandır oradadır. Charles'in hikayesinden ve sessizliğinden etkilenir.İşte o meşhur şiirin hikayesi budur.

                        Kitaba gelince... Etkileyiciliğinden çok çeviri ile ilgilenmiştim aslında bu kez. Yayın evi çift dili tek kitapta toplayarak yaptığı güzelliği çeviride gösterememiş gibi geldi. İnsanın gözü ister istemez yan sayfaya kayıyordu. Hatta nadiren yaptığım gibi kendi düzenlemelerimi not almışım sayfalara... Instagram'daki hesabımda kısaca eleştirmiştim böyle. Sonrasında çevirmeniyle tanışma fırsatı buldum. Kendisi bireysel olarak eleştirileri profesyonelce alabilen biri... Bu konu üzerine biraz konuştuk. Ben notlarımı kendisiyle paylaştım o, o kısımları neden kullanmadığını... Sonuç olarak farklı çevirilerin olağan olduğu sonucuna vardık. Okunması gereken eserlerden...

                        
                         <<Ötekiler daima yas tutarlar>>
Tavsiye Puanım: 7/10




18 Aralık 2015

Paula Hawkins -Trendeki Kız




                       Bilenler bilirler popüler kültür söz konusu olduğunda iki defa düşünen biriyimdir. Nasıl desem bazı kitaplar fazla abartılıyor bence sadece ''moda'' olduklarından dolayı. Öyle ki moda okumaya alışmış ve sonrasında dur şunu da okuyayım da entelektüel gözükeyim diye Sabahattin Ali , Oğuz Atay , Dostoyevski okumaya çalışıp -ki bilirsiniz kitap okumak bir takım temellere dayanmaktadır sadece temeliniz varsa sağlam eserleri kaldırabilirsiniz- sonrada ''Ay çok sıkıcıydı!Falanca popüler kitap daha iyiydi.'' yorumları yaparlar. Böyle okur kitlesine sahip olan kitapları okurken özellikle düşünürüm. Sadece okur kitlesi ve yazar tavrı yüzünden ertelediğim nice kitaplar olduğunu hatırlayınca üzülüyorum.

                           Her neyse konumuz Trendeki Kız... Paula Hawkins'in ilk polisiye romanı olduğunu duyunca şaşırmadım desem yalan olurdu. Ama bu bilgiyle gözüme batan nice garipsi satırlar açıklanmış oldu. İtiraf etmem gerekir ortalarda bir ara ''Bağlayamadı da mı sürükleniyoruz acaba ? '' diye düşünmedim dersem yalan olur. Ama Bayan Hawkins sözlerimi yüzüme vurur gibi toparladı durumu. Sonu etkileyici aynı zamanda başından beri bilmemiz gereken bir durum gibiydi. Sonraları satır aralarına tekrar göz attığımda ''En başından beri...oradaydı.'' dediğim bir sona sahipti.

                  Teknik açıdan kusurları elbette vardı. Mesela sonunda Rachel'ın deniz kenarında  yürümesi gereksiz bir romantizme sahipti...Scott'un tutarsız davranışları sanki biraz fazla tutarsızdı.. Hani ''Şunları şuraya ekleyeyim de sonunda Scott sansınlar...'' gibiydi. Bu bana en başından beri hırsızı tahrik etmek için cama yapıştırılan 200 lira gibi geldi..Bu tür polisiye kitaplara alışık olmayanların aniden düşeceği ama uzun zamandır polisiye okuma geçmişine sahip insanların rahatlıkla üzerinden atlayacağı bir çukurdu.Ve Ana... Ana'nın gereksiz sakin oluşu...''Hadi ama!'' dedirtecek türdendi... Dediğim gibi teknik kusurları elbette vardı ama ilk kitabı bence çok fazla yüklenmemeliyiz! Eğer yazmaya ara vermeden devam ederse bomba gibi geleceğine inandığım bir yazar Bayan Hawkins..

                   

Tavsiye Puanım : 6.7/10










13 Aralık 2015

Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar




                       << Yalnızlığın dinini yayıyordum. (Başarılı olduğum söylenemezdi)>>

Bu kitabı ilk elime aldığım anda biliyordum ne kadar derinlerden bir yerlerden bağlanacağımı ona. Bitirmemek için yeni uğraşlar icat edeceğimi mesela. Bazı yerleri beynime kazımak ister gibi tekrar tekrar okurken bazı yerleri ise içimdeki yara daha fazla acımasın diye hızlıca okuyacağımı biliyordum yani.

Oğuz Atay...Onunla başlayalım önce. Hayır size onun hayatını anlatmayacağım bu çok..klişe olurdu. Ben size onun denizini anlatacağım ve nasıl yüzeceğinizi... Çok farklı bir yazar. Öyle alıştığınız sıralı kitaplardan değil mesela yazıları. Gelişme neresi.. Sonuç neresi? Neredeydik? Nereye gittik ? Nereden geldik? Bilemezsiniz. Bazen bilirsiniz de anlatamazsınız. Eğer alışık değilseniz eğer -ki bazen alışık olsanız dahi- kaybolabilirsiniz satırların aralarında. Boş vakit öldürmek için okuyamazsınız Oğuz Atay'ı mesela. Onu okuyacaksanız boş vakit yaratmanız gerekir. Ne yazıktır ki hiç bir kitabının ikinci baskısını sağlığında görememiştir.

Konuyu toparlayıp yine Tehlikeli Oyunlara gelirsem... Tutunamayanlar'dan sonra biraz gölgede kalmış bir kitaptır. Lakin bakmayın böyle dediğime Hikmet'te bir tutunamayandır. O kadar tutunamaz ki.... İşi alaya alır. Her şeyin içinde bir alay vardır onun için ve her alayın içinde bir ciddiyet. O kadar hızlı değişir ki ruh hali yakalayamazsınız .Beyninin odalarından bilinçaltının saklı tavan arasına çıktığınızda tozlu raflardakiler sizi korkutabilir bile.. Elbette bu gerçek bir korku değildir. Ona üzülürsünüz ve birazda kendinizi bulabilirsiniz. Kitap boyunca onun tutunamayan olmaktan kurtulacağını ümit ettim. Özellikle hayatına Bilge girdikten sonra.. İnanmayacaksınız ama Bilge olmak istedim. Hikmet'in beynini görünce Bilge'si olmak istedim. Evet bu biraz kadınsal bir duygu... Onu kurtarmak için gibi...Ama aslında Bilge onu anlar gibi yaparken anlamadığını keşfettiğinde istedim bunu.Ama Hikmet sonradan bir tutunamayan olmamıştı! Hayır! O bir asildi! O doğuştan asil bir tutunamayandı! Ve hayat ona tutunması konusunda nazik de davranmamıştı.


<<Düşünürken ucuz gelmiyor ; kelimelerle düşünülmüyor çünkü resimlerle düşünülüyor. Sonra , resimlerin de ucuz kaynaklardan alındığı anlaşılıyor: Amerikan kaynakları daha iyisini vermiyor. Beyaz renkte işi bozuyor....>>

<<Bir türlü sonuna gidemiyorduk rüyalarımızın. Korkuyorduk. Korkuyordum. Hayallerinde bile korkar mı insan? Hayallerinde bile kadınlar ,insanı azarlar mı? Hayallerine bile hükmedemez mi insan?...>>

Hikmet hiç bir yerde tutunamıyordu! Düşünürken  de ... Uyurken de... Rüya görürken de... Ve hatta aşık olurken dahi... Onu sona hazırlayan her şey yavaş yavaş ilmeklerle atılırken sonradan Albayımızın -evet onun tek tutunduğu insan olan kişinin- da olmadığını görüyorduk. O nedenle Albay hep Hikmet'leydi. Albay Hikmet'in hayata uzattığı bir eldi. 


<<Ne var ki , dünyada 'sizi anlıyorum' gözlerinin sahteleri üretilmişti; gerçeği sahtesinden ayırmak çok zordu. >>

Aynı Bilge'de olduğu gibi... Oysa ne kadar da yaşar gibiydi Hikmet onunlayken..

<<İnsanları yalnız iyi oldukları için sevmezler>> 

Hikmet'i de sevmediler. Bilge seviyordu aslında.. Sadece nasıl derler...Frekansları uyuşamadı sanırım. Hikmet zihnindeki kapıları kapatamadığından kalbine hava girdi belkide... Tek vücut olmaları gerekiyordu ya... Bilge'nin kalbi üşüdü demek. Bunu hisseden Hikmet , Albayımızdan da aldığı son darbelerle... Tutunamadı. Ve o zaman Bilgeye bir mektup yazdı. Şüphesiz ki kitabın benim için en etkileyici yeri Bilge'ye olan bu mektuptu. 

Sevgili Bilge, 
Bana bir mektup yazmış olsaydın,bende sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, bir çok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak ,birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi kaçmasaydım senden de. İnsanlar ,eski karıma yapmış olduğum gibi büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karmaşık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne oldurdu , bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge ,aklını başına topla,Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi.Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi de geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığına bilseydim. Kendime söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslında bakarsan bu sözleri kullanmayı  ya da böyle bir mektup yazmayı bile , ne sen ne aşk ne de hiç bir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar.Şimdi her satırı , bu satırı neden yazdım? diyerek öncekine ekliyorum...>>  


Ve bıraktı... Kitabın etkisinden bir hafta çıkamadım. Hatta halen bazen o etkiye düşüyorum.


Tavsiye Puanım: 10/10

Not:Bu benim blogumdaki ilk inceleme yazımdı. Umarım bir hatam yoktur.Varsa affedin.